Kdz.Ereğli

UZUN MEHMET TARTIŞMALARI ÜZERİNE…

Sina Çıladır, “Uzun Mehmet var mıydı yok muydu” tartışmaları üzerine Yeni Ufuk’un sorularını yanıtladı :

Abone Ol
YU- Uzun Mehmet var mıydı, yok muydu tartışmaları yeniden alevlendi. Bu konuda siz ne diyorsunuz ?
 
SÇ-Ben, belirli bir entelektüel düzeye sahip tartışmaları çok olumlu buluyorum. Bunlar, bir yandan Zonguldak’ımızda da düşünen beyinlerin hala varolduğu anlamına geliyor, öte yandan da Cumhuriyet Kültürünün Zonguldak’ta da hala yaşadığı anlamına geliyor. Bu çok sevindirici !.. Tartışmalardan korkmamak gerekir. Çünkü zamanın üzerini örttüğü tarihsel gerçekler, tartışarak, yeni belge sunumlarında bulunarak günışığına çıkartılır. Bir şeyi kabul etmek ya da reddetmek için o şey hakkında en azından asgari bilgiye sahip olmak gerekir, Beni üzen, son zamanlarda, kömürün bulunuşuna ilişkin resmi tarihi yazan Halkevi Komisyonu üyelerinin uydurmacılıkla, hayali senaryolar üretmekle suçlanmaları !..
 
Tartışmaların bu düzeye inmesi kabul edilemez. Halkevi Komisyonu’nu oluşturanlar,sıradan kişiler değil. Bir-iki dil bilen, Zonguldak’a ilk gazete ve dergiyi getiren, onları yaşatan, araştırmaları, sahne ve radyo oyunları, çevirileri, roman ve hikayeleri ile Zonguldak’lı emekçilerin yaşamlarını Türkiye edebiyatına taşıyan Cumhuriyet kuşağının ilk aydınları bunlar. Örneğin Ahmet Naim ! Ölümü üzerinden yarım yüzyıl geçtiği halde eserleri hala kaynak olarak kullanılan, sanatçı kişiliği incelemelere konu olan, ciddi yayınevlerince kitapları hala basılan Ahmet Naim’in anısına yapılan haksızlık bu. Bu düzeydeki insanları hayali senaryolar üretmekle suçlamak en azından vefasızlıktır, değer bilmezliktir, ayıptır !.. Redçiliğin de bir adabının, bir entelektüel düzeyinin olması gerekir…
 
Halkevi Komisyonu, Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Bayramı’nın tarihsel temelini yaratırken, tabii çeşitli kaynaklara başvurmuştur. Kömürün bulunuşu öyküsü, Komisyon’un bireysel çabasıyla ortaya çıkmış değildir. Komisyon, kömürün bulunuş tarihini saptarken, doğal olarak kaynak taraması yapmış, dağınık, birbiriyle ilişkisiz gibi görünen verileri tek potada eritmiştir. Bugün şunu söyleyebilecek durumdayız : 1829 tarihi ile Uzun Mehmet, Komisyonun çalışmasından önce de biliniyordu. Komisyon bu verilerden de yararlanmıştır.
 
YU- Biraz daha açarmısınız ?
  
SÇ-Değerli araştırmacı yazar Recep Çetin, Ereğli Belediyesinin periyodik yayın organı olan Bülten’in son (Kasım 2015) sayısındaki Uzun Mehmet başlıklı yazısında çok önemli belgeler açıkladı. Çetin, anılan yazısında, 1830 yılına ait Kestaneci köyü nüfus defterlerindeki kayıtlara dayanarak Uzun Mehmet’in hayali bir kişi olmadığını belgeliyor. Onunla da kalmıyor, mütareke basınının önde gelen gazetelerinden Sabah’ın 1892 tarih ve 882.sayısında kömürün ilk kez Ereğli’nin Köseağzı mevkiinde bulunduğunu belirten bir yazının yer aldığını belirtiyor. Sabah’ın 1903 tarihli (sayısı belli değil) bir haberinde de kömürün “kaşifi” (bulucusu) olarak Uzun Mehmet’in sözedildiğini belgeliyor.
Demek oluyor ki Uzun Mehmet öyküsü Halkevi Komisyonunun “hayalhane”sinden çıkan bir öykü değil, tarihsel bir gerçek.
 
YU-Kömür 1829 yılında bulunduysa, ona 103 yıl sonra bir bulunuş öyküsü yazılmasına niçin gerek görülmüştür ?
 
SÇ-Sorunun özü de bu zaten ! Bunun yanıtını, Zonguldak TSO’nun Cumhuriyetin 10.yılı münasebetiyle yayınladığı 1933 tarihli yıllıkta buluyoruz. “Cumhuriyetin On Yılında Zonguldak ve Maden Kömürü Havzası” başlığıyla yayınlanan yıllığın 278.sayfasında şöyle deniliyor :
 
“Halkevinin önemle anılacak başlıca eserlerinden olmak üzere Türkiye’de kömür madeninin ilk bulunuş tarihi tespit edilmiştir… Son zamanlara kadar Senbarp (Sainte Barbe) günü (yortusu) havzada da madenci için sevinç günü sayılıyor ve o gece eğlenceler yapılıyordu. Halbuki, Türkiye’de ilk kömürün bulunduğu gün, bizim asıl büyük şenlik günümüzdü… Hristiyanlık kokusuyla madenciliğimizi sarmaya başlayan Senbarp’ı ortadan kaldırmak (…) havzamız için bir vazife idi. Bu duyguyu içinden sezen Halkevi, kütüphane ve neşriyat komitesinden Karauğuz, Ahmet Naim ve eski maden müdürü Hüseyin Fehmi Beylerle bir komisyon teşkil etmiş ve bu komisyon uzun zaman yaptıkları araştırmalar neticesinde kömürün ilk bulunduğu tarihi doğrultmuştur.” (a.g.e, İstanbul Sanayinefise matbaası, 1933,s.278)
Sorunun özü bu işte ! Bir yabancı (Fransız) kültür ritüellerine karşı milli ve yerel bir gün yaratmak ! Antiemperyalist bir tavır alıştır bu. Cumhuriyet kültürünün tam bağımsızlık ilkesinin kömürde somutlaşmasıdır. Öyledir, çünkü 1933 yılında da kömür havzası Fransız sermayeli Ereğli Şirketi’nin elindeydi ve Kemalistler havzayı millileştirme hazırlıkları yapıyorlardı. Çünkü, 1923-1929 döneminde, İzmir İktisat Kongresi (1923) kararları doğrultusunda yönelinen serbest piyasa ekonomisi yoluyla kalkınma tezi, 1929 dünya buhranı ile iflas etmiş ve 1929’dan itibaren koyu bir devletçiliğe yönelinmişti. Atatürk, öncelikle kömür madeninin millileştirilmesi için çaba gösteriyordu. Gazi, 1936’da bu mutluluğu yaşadı. Ama, 1940 yılındaki tüm havzanın millileştirilmesini (ki havza tarihinde füzyon: fusion (birleştirme) olarak anılan dönemi göremedi.
 
YU-Özetleyecek olursak..
 
SÇ- Uzun Mehmet, sadece kömürün “kaşifi” değildir; aynı zamanda, bir milli mücadele figürüdür, simgesidir.
 
Özellikle bunu anlamak gerekiyor… Bunu da reddederseniz, kömür madenini de yabancıların yağma sofrasına sunan 1. Mecid’lerin Osmanlısında bulursunuz kendinizi !..


Haber : 

Abone Ol